MERKEZ BANKASININ BAĞIMSIZLIĞI VE ENFLASYON ARASINDAKİ
İLİŞKİ
MURAT KAYKUSUZ – SİYASET BİLİMCİ, EKONOMİST
GİRİŞ
Enflasyon,
değişik dönemlerde hemen hemen her ülkenin üstesinden gelmesi gereken en önemli sorunlardan biri olmuştur.
Enflasyon, başta işçi, memur, emekli gibi sabit gelirliler olmak üzere, birçok kesimin gelirlerinin aşınması
yoluyla fakirleşmelerine ve ekonomik istikrarın bozulmasına neden olmaktadır. Öte yandan, çoğunlukla
enflasyonla eşanlı görülen yüksek faiz oranları, toplumda faiz geliriyle geçinen “rantiye” kesimini
yaratmakta ve bankaların da, asli görevleri olan reel kesimin fon ihtiyaçlarını karşılamak yerine,
fonlarını, bütçe açıklarını kapamaya yönelik olarak çıkarılan hazine bonoları ve devlet
tahvillerine aktarmalarına yol açmaktadır. Böylece, yüksek faiz oranları nedeniyle fon bulamayan reel kesim
yatırım yapamamakta ve enflasyonist etkilerin baskın olduğu ekonomilerde uzun vadede üretim daralması
yaşanmaktadır.
Enflasyonla
mücadelede para politikalarının etkin olduğu savı gerek teorik, gerekse pratikte geçerliliğini korumaktadır.
Ancak, para politikalarının hükümet mi, yoksa özerk bir kurum, örneğin merkez bankası, tarafından
mı belirlenmesi ve uygulanması gerektiği konusunda, ekonomi literatüründe tartışmalar devam etmektedir.
Çoğu ekonomist, hükümetin oy endişesiyle, özellikle sıkı para politikası uygulamakta isteksiz davranacağını
düşünerek, para politikalarının tam bağımsız bir merkez bankası tarafından yönlendirilmesini
savunmaktadır. Onlara göre, tam bağımsız bir merkez bankası enflasyonun düşmesini sağlayacak
etkili para politikaları uygulayabilecektir. Ancak, bazı ekonomistler merkez bankasının bağımsızlığı
ile enflasyon arasında güçlü bir ilişki olduğu savını reddetmektedirler. Bu sonunculara göre, özellikle
gelişmekte olan ülkelerde bu korelasyon dikkate alınmayacak kadar önemsizdir.
Bu
çalışmanın amacı, merkez bankası bağımsızlığı ile enflasyon ve özellikle
enflasyon hedeflemesi arasındaki ilişkiyi incelemektir. Çalışma bu bölüm hariç beş bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde enflasyon, enflasyon hedeflemesi ve merkez bankasının tanımı yapılmakta; ayrıca,
merkez bankasının tarihi, görev ve yetkileri kısaca açıklanmaktadır. İkinci bölümde, merkez
bankasının bağımsızlığının tanımı, gerekliliği, türleri ve kriterleri
incelenmektedir. Merkez bankası bağımsızlığı ile enflasyon arasındaki ilişki,
üçüncü bölümde ele alınacaktır. Sonuç bölümünde ise, çalışmanın özeti ve değerlendirme yer almaktadır.
1. ENFLASYON, ENFLASYON HEDEFLEMESİ VE MERKEZ BANKASI
1.1. Enflasyonun Tanımı
Enflasyon,
fiyatların genel seviyesindeki artış olarak tanımlanmaktadır. Enflasyonun bir başka tanımı, fiyatların sürekli az ya da çok önemli miktarda genel bir biçimde yükselmesidir. İlker Parasız, enflasyonu fiyatlardaki sürekli yükselme eğilimi olarak tanımlarken; Osman Z. Orhan’a göre enflasyon, fiyatlar genel düzeyindeki devamlı bir artışın yanında, paranın
değerindeki sürekli bir düşmeyi de ifade etmektedir. Orhan, herhangi bir malın değerindeki düşmenin
sadece o malın üretimini ve satışını yapanları etkilediğini; oysa, paranın değerindeki
düşmenin bütün bir toplumu (hatta küreselleşen dünyada diğer toplumları da) olumsuz etkilemekte olduğunu
ve böylece, enflasyonun çok önemli bir sosyoekonomik sorun olarak karşımıza çıktığını
belirtmektedir. Klasik (örneğin D. Hume) ve Modern (örneğin M. Friedman) Miktar Teorisyenleri’ne göre, enflasyon ya da fiyatlar
genel düzeyindeki artışın para arzındaki artışla doğru oranlı bir ilişkisi vardır.
Keynesgil ekonomistler ise, enflasyonu tam istihdamın olduğu bir ortamda toplam arza (aggregate supply) göre toplam
talepte (aggregate demand) bir fazlalık olması durumu olarak açıklamaktadırlar.
Enflasyon
ve özellikle maliyet enflasyonu hakkında ayrıntılı bilgi Aralık 2001 tarihli “Maliyet Enflasyonu ve Türkiye’de Maliyet Enflasyonunun Nedenleri” isimli çalışmamızdan
edinilebilir.
1.2. Enflasyon Hedeflemesinin Tanımı
Enflasyon
hedeflemesi, merkez bankasının nihai hedefi olan fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesi
amacına yönelik olarak para politikasının makul bir dönem için belirlenen sayısal bir enflasyon hedefi
ya da hedef aralığına dayandırılması ve bunun kamuoyuna açıklanması şeklinde
tanımlanabilen para politikası uygulamasıdır. Bernanke ve Mishkin ise enflasyon hedeflemesini devlet, merkez bankası veya her ikisinin birlikte hareket etmesi yoluyla
enflasyon oranı için belli bir zaman boyutu dahilinde gerçekleştirilmek amacıyla resmi niceliksel bir hedefin
ya da bir hedef aralığının halka ilan edilmesi olarak tanımlamaktadırlar. Enflasyon hedeflemesinin bir başka tanımı ise, “parasal otoritelerin ulaşmaya söz verdikleri orta
vadeli sayısal bir enflasyon hedefini kamuoyuna duyurması” olarak yapılmaktadır. Enflasyon hedeflemesinin en önemli özelliği, belli bir dönem için belli bir enflasyon oranı ya da enflasyon oranı
aralığı belirlenmesi ve bu amaca ulaşılacağının para otoritesi tarafından taahhüt
edilmesidir.
1.3. Merkez Bankasının Tanımı, Kısa Tarihi, Başlıca Görev ve
Yetkileri
1.3.1. Tanım
Literatürde
merkez bankası, genel olarak para basımı (emisyon) yetkisine sahip olan, emisyon ve kredi hacmini kontrol eden,
bankalara kredi veren son mercii olduğundan bankaların bankası olarak nitelendirilen bir kurum olarak tanımlanmaktadır.
Merkez bankaları birçok ülkede özerk devlet kuruluşları olarak görev yapmaktadırlar. Ancak, başta
ABD’nin merkez bankası Federal Reserve Bank (FED) olmak üzere, bazı ülkelerin merkez bankalarının
özel sektör kuruluşları oldukları görülmektedir. İster devlete, isterse özel sektöre bağlı olsun,
merkez bankalarının para politikalarını belirlemede ve uygulamada bağımsız olmaları
gerektiği konusu ekonomistlerin çoğu tarafından benimsenmektedir.
1.3.2. Merkez Bankasının Kısa Tarihi
Merkez
bankası niteliğini taşıyan ilk banka, 1668’de kurulan İsveç Devlet Bankası’dır.
Bu banka, ticari senetlerini iskonto ettirenlere madeni para yerine, kendi çıkardığı ve üstünde bankanın
imzası bulunan banknotlar veren ilk bankadır. Ancak, gerek İngiltere’nin XVII. yüzyılda uluslararası
siyasi ve ekonomik alandaki etkisi, gerekse bu ülkede finansal yapının çağına göre daha gelişmiş
olması nedeniyle, genel olarak 1694 yılında kurulan İngiltere Bankası ilk emisyon, dolayısıyla
ilk merkez bankası olarak kabul edilmektedir. İngiltere Bankası’nın kurulmasının ardından, birçok Avrupa ülkesinde merkez bankası
kurulmuştur. Daha önceden emisyon hakkını elinde tutan özel sermayeli bankalar bu işlevlerini ve yetkilerini
merkez bankalarına devretmişlerdir. Merkez bankasının kurulması, kağıt para ihracının
düzenlenmesi zorunluluğu ve devletin kısa vadeli krediye olan ihtiyacından
kaynaklanmıştır.
Merkez bankalarının esas gelişmesi yirminci yüzyıldan itibaren
başlamıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın
yarattığı finansman ihtiyacı, bunun getirdiği yüksek enflasyon ve savaş sonrasında ekonomik
gelişmenin hızla yükselmesi merkez bankalarına olan ihtiyacı artırmıştır. 1920 yılında
Brüksel’de toplanan uluslararası maliye konferansında alınan kararlar doğrultusunda para ve kredi
faaliyetlerini düzenlemek üzere birçok ülkede merkez bankalarının hızla kurulması çalışmaları
başlatılmıştır. Nitekim ekonomik ve siyasal sistemleri ne olursa olsun, hemen hemen bütün ülkelerde
parasal yapıyı düzenlemek ve parasal işlemleri yürütmek üzere ardı ardına birer merkez bankası
kurulmuştur. Türkiye’de de, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) 1715 sayılı yasa ile 15 Haziran
1930 yılında kurulmuştur.
1.3.3. Merkez Bankasının Görev ve Yetkileri
Merkez
bankalarının görev ve yetkileri ülkeden ülkeye küçük değişiklikler göstermektedir. Bu başlık
altında, birçok ülkenin merkez bankalarının ortak görev ve yetkileri
üzerinde durulacaktır.
Merkez
bankasının başlıca görev ve yetkileri şu şekilde sıralanabilir:
a)
Banknot ihracını gerçekleştirmek.
b)
Para politikasının amaçlarının ve araçlarının
belirlenmesini sağlamak. Merkez bankası, para politikasını hükümetle birlikte belirlerken; bu amaçlara
ulaşmak için kullanacağı araçları belirlemede bağımsız olmalıdır. Özellikle 1990’lı
yıllardan itibaren, birçok ülkedeki merkez bankasının birincil amacı, fiyat istikrarını sağlamak
olmuştur.
c)
Devlete avans verilmesi. Türkiye’de TCMB’nin Hazine’ye verdiği
avans tutarı 30 Temmuz 1997 tarihinde imzalanan Hazine – TCMB Protokolü ile kısıtlanmıştır.
d)
Hazine adına bankacılık işlemlerinin yapılması.
e)
Finansal sistemin istikrarının temin ve muhafaza edilmesi.
f)
Para arzının kontrolü. Bu amaçla, merkez bankaları reeskont
politikası, mevduat munzam karşılık oranı, açık piyasa işlemleri (APİ), selektif kredi
kontrolleri, emisyon, disponibilite oranı gibi birçok araç kullanmaktadırlar.
g)
Para piyasalarının düzenleyicisi olma ve gerektiğinde bankaların
kısa vadeli kredi ihtiyaçlarının karşılanması.
h)
Paranın, selektif kredi politikası yoluyla sektörler arasında
dağılımının sağlanması.
i)
Finansal alt yapı kurulmasına katkı.
j)
Devletin hazinedarlığı, devletin kasası ve saymanı
olma görevi.
k)
Mali ve ekonomik konularda hükümete danışmanlık yapılması.
l)
Ülkenin uluslararası ödeme araçlarının idaresi.
m)
Para ve kredi ile ilgili istatistiklerin tutulması.
n)
Ulusal paranın iç ve dış değerini korumak için gerekli
önlemlerin alınması.
o)
Ülkenin altın ve döviz rezervlerinin korunması.
p)
Para – kredi – ekonomi ile ilgili araştırmaların
sağlanması.
q)
Bankalar kredi veren son mercii olma işlevi (bankaların bankası).
r)
Bankalararası işlemlerde takas bankası görevinin yürütülmesi.
Tüm bankaların merkez bankasında cari hesabı bulunmaktadır ve merkez bankası aracılığıyla
bankalar arasında hesaplaşma sağlanmaktadır.
s)
Bankacılık sistemini düzenlemek ve denetlemek. Yakın bir zamana
kadar Türkiye’de de TCMB bu görevi yürütmekteydi. Ancak, 2000 yılında faaliyetlerine başlayan Bankacılık
Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) bu görevi TCMB’den devralmıştır. Uluslararası Takas Bankası
(Bank of International Settlement – BIS) bütün ülkelere bankacılık sistemini düzenleyen ve denetleyen bu tür
özerk kurumları oluşturmalarını önermektedir.
2. MERKEZ BANKASININ BAĞIMSIZLIĞI
2.1. Tanım
Literatürde
merkez bankasının bağımsızlığı; siyasi iktidardan bağımsızlık,
başka bir deyişle, hükümetin merkez bankası üzerinde etkinliğinin kalmaması olarak yorumlanmaktadır. Merkez bankasının bağımsızlığından söz edilebilmesi için, merkez bankasının
paranın istikrarını sağlama görevini yerine getirirken siyasi otoriteden direktif almaması gerekmektedir.
Bir başka deyişle, merkez bankasının bağımsızlığının birincil koşulu
para politikasına ilişkin temel kriterleri belirleme ve uygulamada serbesti içinde olmasıdır. Ancak bu
bağımsızlık, merkez bankasının hükümetin ekonomi politikalarına uygun para politikalarını
belirleyip uygulamaları anlamındadır. Diğer bir deyişle, merkez bankasının bağımsızlığından
ziyade, özerkliğinden bahsetmek yerinde olacaktır. Fakat, literatürde “bağımsızlık”
teriminin sık olarak kullanıldığını göz önünde bulundurarak; biz de merkez bankasının
“özerkliği” anlamında olmak üzere, merkez bankasının “bağımsızlığı”
terimini tercih etmekteyiz.
2.2. Merkez Bankasının Bağımsızlığının Gerekliliği
Para
politikası, özellikle emisyon, hükümetlerin kaynak yaratmak için sık sık başvurdukları bir stratejidir.
Bunun en önemli nedeni, emisyonun, yani para arzının artırılmasının, vergi oranlarının
artırılması ya da yeni vergiler konulmasına göre hem daha kolay, hem de daha az oy kaybettirici bir uygulama
olmasıdır. Böylece, özellikle azgelişmiş ülkelerde (AGÜ), sermaye yetersizliği ve kaynakların
etkin kullanılamaması gibi çeşitli nedenlerden dolayı, hükümetler kaynak sıkıntısını
emisyonla gidermeye ve kamu harcamalarını bu yolla karşılamaya çalışmaktadırlar. Ancak,
para arzının, ekonominin üretim çıktı artış hızının üzerinde artırılması
parasal istikrarı bozarak yüksek enflasyona neden olmaktadır.
Bu
olumsuz durumu ortadan kaldırmak için, merkez bankalarının, emisyon başta olmak üzere, para politikalarını
uygulamada hükümetten bağımsız davranabilmeleri gerektiği savunulmuştur. Böylece, oy kaybına
uğramak gibi bir endişesi olmayan merkez bankasının, emisyon hacmini kontrol ederken hükümete göre daha
nesnel davranacağı düşünülmektedir. Ancak, merkez bankasının bağımsızlığının her zaman olumlu sonuçlar verdiğini
söylemek mümkün değildir. Hatta, Friedman gibi bazı ekonomistler, merkez bankasının siyasi otorite tarafından
etkin olarak denetlenmesi gerektiği görüşündedirler.
2.3. Merkez Bankasının Bağımsızlığının Türleri ve
Kriterleri
Merkez
Bankasının bağımsızlığının türleri genel olarak yasal bağımsızlık,
fiili bağımsızlık, politik bağımsızlık ve ekonomik bağımsızlık
olarak sınıflandırılmaktadır.
2.3.1. Yasal Bağımsızlık
Yasal
bağımsızlık; yönetim ve yürütmeyle ilgili tüm organlarının,
siyasi otoriteden bağımsız olarak serbestçe karar alabilme ve hareket edebilmelerini sağlamak üzere
merkez bankasının yasal yönden düzenlenmesidir. Merkez bankası;
çerçevesi net olarak belirlenmiş yasal statülerinde yer alan unsurlarla, siyasi otoriteden gelecek gerek siyasal ve ekonomik
gerekse idari nitelikli baskılara karşı koyabilme gücüne ve iradesine sahip olabilmektedir. Bu nedenle yasama
organı, merkez bankasının bağımsızlığını güvence altına almakta çok
önemli bir rol oynamaktadır.
2.3.2. Fiili Bağımsızlık
Fiili
bağımsızlık, yasal bağımsızlığı da içerecek kadar geniş bir kavramdır.
Merkez bankası guvernörünün ve üst düzey yöneticilerinin kişilikleri ve gelenekleri gibi faktörler, merkez bankasının fiili bağımsızlığının düzeyini belirleyen
unsurlardandır.
Fiili
bağımsızlık olmadan merkez bankasının yasal bağımsızlığının
olması bir anlam ifade etmemektedir. Birçok gelişmekte olan ülke, gelişmiş ülkelerin merkez bankası
yasalarının çeşitli unsurlarını olduğu gibi kendi yasalarına aktarma yoluna gitmelerine
karşın uygulamada başarılı olamamışlardır. Çünkü yasal statüyü düzenlerken gösterilen
özen ve duyarlılık, uygulamada aynı ölçüde görülmemektedir. Bu
bakımdan, merkez bankalarına fiili yönden bağımsızlık sağlanmasında yasal bağımsızlığın
etkinliği, bütünüyle yasada yer alan hükümlerin uygulanabilirliğine bağlıdır.
2.3.3. Politik Bağımsızlık
Politik
bağımsızlık, merkez bankasının kendi politika hedeflerini hükümetin etkisi olmaksızın
belirleyebilme yetisidir. Politik bağımsızlık konusunda Bade ve Parkin 1982 yılında oniki ülkeyi içeren bir çalışma yapmışlardır. Bu çalışmada, 1-4
arasında değerler alabilen bir bağımsızlık ölçeği geliştirilmiştir. 1988 yılında,
Bade ve Parkin’in çalışmasını temel alan Alesina, ülke sayısını onaltıya çıkarmıştır. Alesina’nın çalışmasında
politik bağımsızlık özde dört temele dayandırılmıştır:
a)
Merkez bankası ve hükümet arasında varolan kurumsal ilişki.
b)
Banka guvernörünün göreve atanması ve görevden alınmasına ilişkin
prosedür.
c)
Hükümet yetkililerinin bankanın yönetimindeki rolü ve etkileri.
d)
Hükümet ve banka arasındaki ilişkinin ve görüş alışverişlerinin
sıklığı.
Bunların
yanında, merkez bankasının politik bağımsızlığının temel ölçütlerinden birisi
de merkez bankası guvernörü ve diğer üst düzey yöneticilerin görev süresidir. Ancak, merkez bankası guvernörü
ve üst düzey yöneticilerin görev süresinin yasayla belirlenmesi yeterli değildir. Önemli olan uygulamadır. Örneğin,
Türkiye’de merkez bankası guvernörünün 1980-1996 yılları arasında yasadaki görev süresi beş
yıl olmasına karşın bu dönemdeki guvernörlerin ortalama görev süreleri fiilen ikibuçuk yıldan daha
az olmuştur. Bu durum da, Türkiye’de sözkonusu dönemde merkez bankasının politik bağımsızlığının
düşük olduğunu göstermektedir.
Sonuç
olarak, literatürde merkez bankasının üzerindeki politik baskı ve etkinin minimum düzeyde olması tercih
edilmektedir.
2.3.4. Ekonomik Bağımsızlık
Ekonomik
bağımsızlık, merkez bankasının para politikası araçlarını herhangi bir kısıtlama
olmaksızın kullanabilmesidir. Ekonomik bağımsızlıkla, hükümetin kendi açıklarını
doğrudan merkez bankası kredileri ile finanse edebilmesinin kolaylık derecesi ölçülmektedir. Merkez bankası,
para politikası araçlarını kullanmakta ne kadar serbest davranabiliyorsa, o kadar ekonomik bağımsızlığa
sahiptir.
3. MERKEZ BANKASININ BAĞIMSIZLIĞI – ENFLASYON İLİŞKİSİ
Merkez
bankalarının bağımsızlığı ile enflasyon arasındaki ilişki daha çok kamu
açıklarının merkez bankası aracılığı ile finanse edilmesi olgusundan kaynaklanmaktadır.
Yüksek para arzı artışı enflasyon üzerinde olumsuz etkiler doğurmaktadır.
Merkez
bankalarının bağımsızlıkları ile enflasyon oranları arasında ilişkiler gözlenmemekle
beraber, bu ilişkinin güvenilirliği daima tartışma konusudur. Öncelikle bağımsızlığın
ölçütlerinin ve sonuçlarının yorumu konusunda kişisel görüş ayrılıklarına düşülmesi
bağımsızlık – enflasyon ilişkisinin sağlam temellere oturtulamamasına neden olmaktadır.
Ekonomide
enflasyonun düşük tutulması hedeflenmektedir. Enflasyonun düşük tutulmasının ancak bağımsız
bir merkez bankasının uygulayacağı para politikalarıyla mümkün olabileceği konusunda yaygın
bir görüş vardır. Milton Friedman’ın öncülüğünü yaptığı Monetaristler, enflasyonla
mücadelenin para politikasıyla yapılabileceğini savunmaktadırlar. Merkez bankasının sıkı
bir para politikası izlemesi, hiçbir konuda taviz vermemesi, enflasyonu azaltıcı nitelikte bir unsur olarak
görülmektedir. Yine Monetaristler’e göre, para arzındaki bir değişme nispi fiyatları ve getiri oranlarını
etkilemektedir. Şöyle ki, merkez bankası para arzını artırdığı zaman halkın parasal
aktifleri çoğalacaktır. Para miktarındaki artış sonucu portföy bileşiminin getiri oranı,
portföydeki diğer aktiflere göre azalmış olacaktır. Bunun nedeni, para miktarındaki artışın
paranın marjinal değerini düşürmesidir. Diğer aktiflere göre paranın marjinal değerinin düşmesi
aslında, halkın elinde para fazlasının bulunması demektir. Bireylerin bu para fazlasını
diğer aktiflere harcaması ekonomide toplam harcamaları artıracaktır. Toplam harcamalar, tüketim ve
yatırım mallarına yöneldiği taktirde, toplam talep doğrudan doğruya artmış olacaktır.
Bireyler, ellerindeki para fazlalarını hisse senedi ve tahvil gibi finansal aktiflere yönelttikleri taktirde ise,
bunların getiri oranlarını azaltmak suretiyle toplam talep daha dolaylı bir yolla genişlemiş
olacaktır.
Bir
toplum için enflasyonun düşük düzeyde tutulabilmesi, arzulanan ve olması gereken bir olgu olarak kabul edilir. Düşük
enflasyonun yaratacağı başlıca yarar, ekonomik riski azaltabilmesidir. Böyle bir durumda, toplumda yerleşik
enflasyon beklentileri kırılacağı için, ekonomik risk sorunu da ortadan kalkacaktır. Enflasyonun
düşük düzeyde gerçekleşmesi, belirsizlikleri de azaltır. Bu nedenle, düşük enflasyon, emek ve sermaye
arasındaki ilişkilerin daha iyi planlanmasına ve daha sağılıklı sözleşmelerin yapılmasına
yardımcı olur.
Merkez
bankalarının siyasi otoriteye oranla fiyat istikrarına çok daha duyarlı oldukları genel olarak kabul
edilen bir görüştür. Kuşkusuz politikacılar da, fiyat istikrarının öneminin bilincindedir. Ancak,
siyasi otorite için büyüme ve istihdam sorunun çözümü de en az fiyat istikrarı kadar önem ve öncelik taşır.
Bu nedenle, siyasi otorite ile merkez bankaları önceliği fiyat istikrarına verseler bile, diğer politikaları
gözardı edemezler. Hatta salt bu nedenle, merkez bankaları tam anlamıyla bağımsız olamazlar.
Amerikan Merkez Bankası (FED) bu konuda tipik bir örnektir. FED temel görevlerini yerine getirirken, ekonominin temel amaçları olan yüksek istihdam, fiyat istikrarı, ekonomik
büyüme ve dış ticaret dengesini gözönünde bulundurmaktadır.
Merkez
bankalarının bağımsızlığının temel ölçütlerinin başında, fiyat istikrarının
sağlanmasına yönelik görevin üstlenmiş olması gelir.
Son
yıllarda çoğu ülkede yaşanan tecrübeler, en düşük ve en istikrarlı enflasyon oranının,
merkez bankalarının siyasetten uzak tutan ve bankaya sadece fiyat istikrarını sağlama görevi veren
ülkelerde olduğunu ortaya koymaktadır.
Merkez
bankalarının yerine getirmekle yükümlü olduğu birçok asli görevleri sırasında, uzun dönemde enflasyon
oranını düşük düzeylerde sağlayabilecek bir fiyat istikrarının gerçekleştirilmesi büyük
önem taşır ve öncelikli bir hedef olarak kabul edilir.
Dünya
genelinde yetmişli yılların ortalarından itibaren uzun süreli ve yüksek oranlı enflasyon süreci yaşanmıştır.
Buna göre, ekonomide fiyat istikrarının sağlanması öncelikli bir politika olarak gündeme gelmiştir.
Fiyat istikrarını sağlamak için merkez bankaları bazı sorumluluklar üstlenmişlerdir. Merkez
bankaları önceden bir enflasyon hedefi belirlemekte ve bu hedefin gerçekleşeceğine ilişkin kamuoyu önünde
sorumluluk yüklenmektedirler. Merkez bankalarının enflasyon hedeflerini saptayarak kamuoyu önünde sorumluluk yüklenmesi
uygulamada olumlu sonuçlar vermektedir. Her şeyden önce, enflasyon hedeflemesinden beklenen temel amaç, merkez bankasınca
yürütülen para politikaları için bir nominal çapa oluşturmasıdır. Enflasyon hedeflemesi, bilgi değişikliklerinin
kamuoyu tarafından incelenmesini içerir. Bu açıdan, enflasyon hedeflemesi, açıklığı ve güvenilirliği
sağlar. Böyle bir ortam, bir yandan toplumda yerleşik enflasyon beklentilerini kırmakta; diğer yandan
da ekonomik koşullarla ilgili sağlıklı tahminlerde bulunma imkanının doğmasını
sağlamaktadır. Diğer bir deyişle, ekonomik riskler önemli ölçüde azalmaktadır. Enflasyonun düşük
düzeylerde gerçekleşeceğine ilişkin taahhütler belirsizlikleri azaltır ve ekonomideki aktörlerin (bankalar,
şirketler, bireyler, vb.) geleceği planlamalarında rahatlık sağlar.
Yapılan
enflasyon oranlarının doğru çıkması ülkeler arasında büyük farklılıklar göstermektedir.
Merkez bankalarının bağımsız olduğu ülkelerde enflasyonun daha düşük düzeylerde gerçekleştiği
bazı araştırmalarda ispatlanmıştır. Bu ülkelerde merkez bankalarına ve uygulanan para politikalarına güven tamdır. Bu güven sayesinde, merkez
bankaları ekonomide genel bir durgunluğa neden olmadan düşük oranlı bir enflasyonu daha kolayca gerçekleştirebilmektedirler.
Merkez
bankalarının bağımsızlık derecesi ile enflasyon arasındaki negatif ilişki, Tablo 1’de
açıkça görülmektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerde bu ilişki daha belirgindir. Tabloyu incelediğimizde,
merkez bankası bağımsızlık endeksi en yüksek olan Almanya ve İsviçre’de enflasyon oranı
1980-1989 arasında ortalama yıllık yüzde 3 olarak gerçekleşmiştir. Daha az bağımsızlığa
sahip İtalyan merkez bankası enflasyonla mücadelede Almanya ve İsviçre merkez bankaları kadar başarılı
olamamış ve aynı dönemde enflasyon oranı ortalama yıllık yüzde 11 olarak gerçekleşmiştir.
Ancak,
merkez bankalarının yasal bağımsızlığı ile enflasyon oranı arasındaki ilişki
her zaman anlamlı olmamaktadır. Örneğin, gelişmiş ülkelerden olan Belçika, Japonya ve Norveç’te
merkez bankası bağımsızlık endeksi sırasıyla 0.17, 0.18 ve 0.17 iken, bir başka deyişle
düşük bir bağımsızlık düzeyi mevcutken, enflasyon oranları sırasıyla 5, 3 ve 8’dir.
Kısacası, merkez bankası bağımsızlığı ile enflasyon oranı arasındaki
ilişki bu ülkeler için geçerli değildir.
Tablo 1. Merkez Bankalarının Yasal Bağımsızlık Dereceleri
ve Yıllık Ortalama Enflasyon Oranı (1980 – 1989) (Gelişmiş Ülkeler)
ÜLKE ADI |
YASAYLA SAĞLANAN BAĞIMSIZLIK ENDEKSİ |
ORTALAMA ENFLASYON (%) |
Almanya |
0.69 |
3 |
İsviçre |
0.69 |
3 |
Avusturya |
0.61 |
4 |
Danimarka |
0.50 |
7 |
ABD |
0.48 |
5 |
Kanada |
0.45 |
6 |
İrlanda |
0.44 |
9 |
Hollanda |
0.42 |
3 |
Avustralya |
0.36 |
8 |
İzlanda |
0.34 |
32 |
Lüksemburg |
0.33 |
5 |
İsveç |
0.29 |
8 |
Finlandiya |
0.28 |
7 |
İngiltere |
0.27 |
7 |
İtalya |
0.25 |
11 |
Yeni
Zelanda |
0.24 |
12 |
Fransa |
0.24 |
7 |
İspanya |
0.23 |
10 |
Japonya |
0.18 |
3 |
Norveç |
0.17 |
8 |
Belçika |
0.17 |
5 |
Tablo 2. Merkez Bankalarının Yasal Bağımsızlık Dereceleri
ve Yıllık Ortalama Enflasyon Oranı (1980 – 1989) (Gelişmekte Olan Ülkeler)
ÜLKE ADI |
YASAYLA SAĞLANAN BAĞIMSIZLIK ENDEKSİ |
ORTALAMA ENFLASYON (%) |
|
|
|
Yunanistan |
0.55 |
18 |
Mısır |
0.49 |
16 |
Kostarika |
0.47 |
23 |
Şili |
0.46 |
19 |
Türkiye |
0.46 |
41 |
Nikaragua |
0.45 |
128 |
Malta |
0.44 |
3 |
Tanzanya |
0.44 |
27 |
Kenya |
0.44 |
10 |
Filipinler |
0.43 |
13 |
Zaire
(Yeni adı Kongo Demokratik Cumhuriyeti) |
0.43 |
45 |
Peru |
0.43 |
108 |
Honduras |
0.43 |
7 |
Venezuella |
0.41 |
6 |
Bahamalar |
0.41 |
6 |
Portekiz |
0.41 |
16 |
Arjantin |
0.40 |
143 |
Habeşistan |
0.40 |
4 |
Lübnan |
0.40 |
Veri Yok |
İsrail |
0.39 |
72 |
Barbados |
0.38 |
7 |
Uganda |
0.38 |
72 |
Nijerya |
0.37 |
18 |
Malezya |
0.36 |
4 |
Meksika |
0.34 |
50 |
Hindistan |
0.34 |
9 |
Botsvana |
0.33 |
10 |
Zambiya |
0.33 |
25 |
Gana |
0.31 |
37 |
Romanya |
0.30 |
4 |
Bolivya |
0.30 |
119 |
Samoa
Adaları |
0.30 |
12 |
Çin |
0.29 |
8 |
Singapur |
0.29 |
3 |
G.
Kore |
0.27 |
8 |
Endonezya |
0.27 |
9 |
Kolombiya |
0.27 |
21 |
Tayland |
0.27 |
6 |
G.
Afrika |
0.25 |
14 |
Macaristan |
0.24 |
9 |
Uruguay |
0.24 |
45 |
Panama |
0.22 |
3 |
Pakistan |
0.21 |
7 |
Brezilya |
0.21 |
419 |
Tayvan |
0.21 |
5 |
Zimbabve |
0.20 |
12 |
Katar |
0.20 |
4 |
Nepal |
0.18 |
10 |
Yugoslavya |
0.17 |
73 |
Fas |
0.14 |
7 |
Polonya |
0.10 |
36 |
Kaynak: A.Cukierman, S. Webb ve B. Neyaptı, ‘Measuring The Independence Of Central Banks
and Its Effect On Policy Outcomes’, The World Bank Economic Review, September 1992, s.52
Tablo
2’den de görüleceği üzere, merkez bankasının bağımsızlığı ile enflasyon
arasındaki ilişki gelişmekte olan ülkelerde anlamsız olmaktadır. Örneğin, 0.30 bağımsızlık
endeksine sahip olan Romanya, Bolivya ve Samoa Adaları’nda 1980-1989 arasındaki yıllık ortalama
enflasyon oranları sırasıyla yüzde 4, yüzde 119 ve yüzde 12’dir. Buradan, enflasyon sorununun gelişmekte
olan ülkelerde, merkez bankasının bağımsızlığından çok, yapısal nedenlerle ilintili
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Cukierman,
Webb ve Neyaptı’nın yukarıda belirtilen çalışmalarında merkez bankası guvernörünün
değişme sıklığı ile enflasyon oranı arasındaki ilişkiyi de incelemişlerdir.
Vardıkları sonuç, gelişmekte olan ülkelerde bu ilişkinin pozitif, bir başka deyişle gelişmekte
olan ülkelerde merkez bankası guvernörünün değişme sıklığı arttıkça (görev süresi
azaldıkça) enflasyon oranının da arttığı yönündedir. Bu ilişki, gelişmiş ülkelerde
anlamsızdır.
Buradan
çıkarılacak sonuç, merkez bankasının bağımsızlığının düşük enflasyonun
sağlanması için ne gerek, ne de yeter tek koşul olduğudur. Bağımsız bir merkez bankasının
enflasyon üzerindeki etkisi ancak bir dereceye kadardır. Merkez bankasının bağımsızlığı,
enflasyon oranının yükselmesine karşı alınacak önlemlerin daha kolay uygulanmasını sağlamaktadır.
Çünkü, yüksek enflasyon yaşayan ülke deneyimleri göstermiştir ki, enflasyonun bir kere yükselmesine izin verilmesi
durumunda, merkez bankasına yetki ve sorumluluk devriyle bu sorunun çözülmeye çalışılması pek olanaklı
olmamaktadır. Enflasyon artış hızını kontrol altına alıp kamuoyunda inanılırlığın
sağlanması durumunda, merkez bankasına yetki ve sorumluluk devri, yüksek enflasyon dönemlerinin yeniden yaşanması
olasılığını önlemektedir. Bir başka deyişle,
merkez bankası bağımsızlığı ancak hükümetin ekonomi politikalarıyla desteklendiği
zaman enflasyon oranları üzerinde etkili olabilmektedir.
Sonuç
olarak, yapılan araştırmalar, merkez bankasının bağımsızlığı ile enflasyon
oranı arasında bir ilişkinin varolduğunu destekleyecek sonuca ulaşamamıştır. Gelişmiş
ülkelerde böyle bir ilişkiden görece sözedilebilirken, gelişmekte olan ülkelerde bu ilişki sıfırdır.
Yalnızca, gelişmekte olan ülkelerde merkez bankası guvernörünün değişme sıklığı
ile enflasyon oranı arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur.
SONUÇ
Literatürde,
merkez bankasının bağımsızlığı konusunda özellikle son iki yüzyıldır tartışmalar
devam etmektedir. Siyasi iktidardan bağımsız hareket edebilen merkez bankasının, fiyat istikrarını
sağlamada daha başarılı olabileceği konusundaki görüş 1990’lı yıllardan itibaren,
enflasyon hedeflemesinin uygulanmasıyla birlikte, yaygınlaşmıştır. Ancak, merkez bankasının
bağımsızlığı ile enflasyon oranı arasında bir ilişki olduğunu destekleyecek
bir araştırma henüz bulunmamaktadır.
Kısacası,
enflasyonla mücadelede, merkez bankasının bağımsızlığının tek başına
yeterli olmadığı açıktır. Önemli olan, hükümetin ekonomi politikalarının enflasyonla mücadele
doğrultusunda oluşturulması ve para politikalarının merkez bankası aracılığıyla
uyum içinde uygulanmasıdır.
A. Cukierman, S. Webb ve B. Neyaptı,
“Measuring The Independence of Central Banks and Its Efficient On Policy Outcomes”,
The World Bank Economic Review, September 1992, s.52