ALTERNATİFİ OLMAYAN İDEOLOJİ GÜÇSÜZ KALIR
Murat KAYKUSUZ - 13 EYLÜL 2004
(Bu yazı, 27 Eylül 2004 tarihli Dünya Gazetesi'nde
yayınlanmıştır)
Aralık 1991'de SSCB'nin dağılmasıyla
birlikte, sosyalist sistemin mutlak yenilgiye uğradığını düşünen Batı dünyasında büyük
bir sevinç yaşandı. Örneğin, kapitalizmin ateşli savunucularından F. Fukuyama, doksanlı yılların
başında yazdığı "Tarihin Sonu" adlı yazısında, K. Marx'a gönderme yaparak, Marx'ın
yanıldığını, çünkü, kapitalizmin yerini alacağı iddia edilen sosyalizmin sona erdiğini;
böylece, ideal tek siyasal, toplumsal ve ekonomik sistemin kapitalizm olduğunu iddia ediyordu.
Çok geçmeden, bizzat Batı dünyasında,
kapitalizme alternatif olabilecek başka bir sistemin ortaya çıkmayışının sakıncaları
tüm açıklığıyla görüldü. Çünkü, dünyada tek sistem olmanın ve rakip başka bir sistemin var olmayışının
birçok dezavantajı bulunmaktadır.
Her şeyden önce, insanlar, SSCB dağılmadan
öncesine göre, mevcut yaşam standartlarından daha çok şikâyet eder hale gelmişlerdir. Kapitalist yönetimler,
SSCB'deki ve diğer sosyalist ülkelerdeki yaşam standartlarını ve temel hak ve özgürlüklerdeki kısıtlamaları
örnek göstererek halklarının kapitalist sisteme olan bağlılıklarını güçlü kılabiliyorlardı.
Oysa, sosyalist sistemin yıkılmasından sonra, insanların böyle bir ehven-i şer duruma razı olmaları
gerekmemektedir ve insanların yaşam standartlarının düşük olmasından dolayı duydukları
memnuniyetsizlik giderek artmaktadır.
İkincisi, SSCB'nin dağılmasıyla
birlikte dünyada süper güç olarak sadece ABD kalmıştır. Dengelerin bozulması nedeniyle, ABD istediği
her kazanımı gerek siyasi gerekse askeri yollarla elde edebilme imkânına sahip olmuştur. Bu durum ise,
başta diğer Batılı ülkeler olmak üzere tüm dünyayı tedirgin etmektedir. Ancak, kısa dönemde
ABD'ye rakip olabilecek bir süper gücün ortaya çıkması olası değildir.
Üçüncü olarak, eski sosyalist ülkelerin doğal
kaynaklarını, işgüçlerini ve pazarlarını kapitalist ülkelere açmaları, çokuluslu şirketlerin
iştahını kabartmıştır. Ancak, eski sosyalist ülkelerde satın alma gücünün düşük olması
ve Batılı ülkelerdeki pazarların da doyma noktasına gelmesi nedeniyle, 2000'lerin başından itibaren
durum sanıldığının aksine tüketim değil, üretim patlamasına dönüşmüştür. Son
yıllarda tüm dünyada yaşanan durgunluğun ve deflasyonist ortamın başlıca nedenlerinden birisi
bu ucuz doğal kaynak ve işgücüdür.
Ayrıca, bir sistemin iyi olduğunu
anlayabilmek için onun mevcut başka bir sistemle karşılaştırılabilmesi gerekmektedir. Sosyalist
sistem varlığını sürdürürken, kapitalizm özellikle insan hakları ve demokrasi konularında sosyalist
sistemden çok daha ileride olduğunu iddia edebiliyordu. Oysa, sosyalist sistemin ortadan kalktığı günümüzde,
kapitalizmin niteliklerinin karşılaştırılacağı alternatif bir sistem bulunmadığından
ötürü, kapitalist sistemin "iyi" ya da "daha iyi" olduğunu anlama olanağı bulunmamaktadır. Bunun yanında,
hem ülkeler arasındaki, hem de ülkelerin kendi içindeki gelir dağılımı adaletsizliğinin giderek
artmasıyla birlikte, kapitalizm daha çok sorgulanır hale gelmiştir.
Kuşkusuz, yukarıda sayılan, "yürürlükteki"
tek sistem olmanın getirdiği dezavantajlara daha birçokları eklenebilir. Ancak, bunlar bile kapitalizmin gün
geçtikçe güç yitirmesinin önemli nedenlerinden birinin "alternatifsiz olma sorunu” olmasını göstermek için
yeterlidir. Belki de bu nedenle, S. Huntington'ın yine doksanlı yıllarda kaleme aldığı "medeniyetlerin
çatışması" tezi yeniden gündeme gelmiştir. Huntington, yakın gelecekte siyasal ve ekonomik gündemi,
uluslararası ilişkileri medeniyetlerin çatışmasının belirleyeceğini ifade etmiştir.
Ona göre, dünyada Batı ve diğerleri (kendi deyimiyle "The West and The Rest") bulunmaktadır. Bu kutuplaşma
gittikçe keskinleşmektedir ve medeniyetler arasında bir çatışmaya yol açmaktadır. Çatışmanın
şiddeti, siyasi ya da askeri alanlarda olması uluslararası ilişkileri yeniden biçimlendirecektir.
Görüldüğü üzere, kapitalizm
kaybetmekte olduğu gücünü yeniden kazanmak için gereken rakibini bulmuştur ve stratejisini buna göre belirlemektedir.
("ALTERNATİFİ OLMAYAN İDEOLİJİ GÜÇSÜZ KALIR" YAZISINA YAPILAN
YORUM)
Sevgili Murat,
ALTERNATİFİ
OLMAYAN İDEOLİJİ GÜÇSÜZ KALIR ana temasını
işleyen yazına katkıda bulunabilmek için bu yargıyı bir hipotez olarak ele alalım. Bildiğin
üzere fiziki dünyamızın analitiğini ortaya koymada insan aklı ve algılayışının
ürünü olan tüm kavramlar evrimleşmemizin tüm süresince dualist bir yapı göstermiştir. Zaman ve alan aksisleri
üzerine bir kartezyen düzlemi oturttuğumuzda, örneğin felsefi düşüncede antik çağdaki monist-epiküryen,
aydınlanmanın realist-romantik karşıtlığı, ekonomik yaşamda, yine aydınlanmanın
merkantilist-fizyokrat, ve diplomasinin reel politik-uluslar arası denge metotları karşıtlığı
gibi, ve tabii pek çok örneğimiz var. Bu oluşumlar dünyamızın gerçekçi boyutunda Hegel-Engels kuramlarındaki
gibi diyalektik bir açıklama sonucu üretilmiş, ruhsal hayatımızın basit algılamasında ise,
mesela, iyinin takdiri için kötünün varlığının kabülü gibi bir telkini toplumların psiko-kültürel
paydasına katmıştır. Peki o halde siyasi-sosyal-ekonomik vesaire hayatımızın ürünü olan
herhangi bir sistemin alternatifsiz kalma olasılığı var mıdır, eğer varsa bu durum bağlı
bulunan evrensel kümeyi bir dengesizliğe götürür mü? Pozitif bilimlerin kapsadığı tüm konularda dış
streslerin sonucu ortaya çıkan dengesizlik hali başka bir yapıda tekrar dengeye gelir. Senin tartıştığın
konuya indirgersek, diyalektik gereği bir alternatifin yeni bir sentez türetmesi veya konjonktürü evrimleştiremiyorsa
da yok olması gerektiği iddia edilebilir.
20.yy'ın kapitalizm-komünizm
kutuplaşmasının teorik platformu sanayi devrimi sırasında şekillenmişti. Kitlesel üretim
prosesi içerisinde bir makina parçası gibi çalışan işçi sınıfının üretimden aldığı
payının yarattığı katma değerin çok altında kalması ana gerekçesi içerisinde Marx,
batı avrupa'nın ortak mülkiyet esaslarına dayalı, sosyla sınıflaşması olmayan bir
toplumsal dönüşüme kapitalist bürokrasinin sistemsel elverişşizliği nedeniyle evrilemeyeceğini, bunun
ezilen sınıfın bir devrimiyle gerçekleşeceğini öngördü. öngörüsünün sistematiği doğru,
ancak coğrafi alanı başka bir yerde gerçekleşti. Çünkü batı avrupa'nın ezilmiş işçi
sınıfı aslında siyasi bürokrasinin populist silahı olan sendikalar aracılığı
ile aslında yönetime dolaylı etki yapıyordu, ve amaca ulaşma umudu (üstelik de kansız) olduğu
sürece Kant'ın iddiasındaki gibi, saf insan aklı her zaman düşük dirençle uzun vadeli kazanımlar
vaadedenleri tercih ederdi. Diğer taraftan ise rusya'nın merkezi otorite zayıflığı ve emperyalizmin
esaslarını geçmişte yanlış algılaması yüzünden bolşevik hareket egemenliği ele
geçirme silahı olarak bu yeni ideolojiyi kullandı ve bu egemenliği kökleştirmek için tarihin kaydettiği
en katı parti tabanlı oligarşik bürokratik yapıyı kurdu. Ancak insanlığın ve evrenin
tarihi gösteriyor ki, evrilemeyen unsurlar yok olmaktadır. Evrilmeyi ise belki de zannedildiği gibi güçlü olan veya
zeki olan değil, değişime ayak uydurabilen başarır. bu açıdan bakılırsa ben fukuyama'nın
liberal demokrasiyi insanlığın toplumsal tarihinin son noktası olarak değerlendirmesini bu nedene
bağlıyorum. maalesef kritikler, fukuyama'nın kapitalist sistemden öte, üstelik de bir alternatifi olmadan ebedi
kalacağı iddiasında bulunduğunu çıkardılar. bence bu düşünür liberal demokratik değerlerin
kapsadığı tüm kavramları sürekli değişime olanak tanıyan bir çevre yaratabildiği ve
evrimleşmenin önünü bu değerlere sahip olanlara açabildiği için övüyor. Nitekim, savunduğu sistemlerin
başında hep 'serbest' sıfatı bulunduran anglo-saxon model, tarihte kıta avrupası'nın 'rhineland'
modelinden de, asya-pasifik modelinden de, tabiidir ki serbest teşebbüs ve düşünceye olanak tanımayan sistemlerden
de daha başarılı olmuştur. özetle kapitalizmin olumsuz sonuçlarından olan ve sosyal devlet ilkesini
zorlayan gelir dağılımı adaletsizliği-fakirlik gibi sorunlar, iddiam odur ki yeni ideolojilerin keşfiyle
değil, yine kapitalizmin olanak tanıdığı evrimleşmenin içerisinde ulaşılacak yeni
formlarla çözülecek, ve tabii olarak yeni sorunlar da doğurarak diyalektiğin dışına çıkamayacak.
Siyasi düzlemde de bugün ABD'nin karşısına gelecekte denge unsuru olarak ortaya çıkma potansiyeli
olan güçler, bunu türetilmiş ideolojiler araştırarak değil, kapitalist oyun kurallarını kendi
kültür yapılarında evrimleştirebildikleri takdirde başarabilecekler. Ayrıca bugünün gerçeği
olan cehalet ve fakirlik içerisindeki çoğu müslüman 3.dünyanın geçmişin kalkınmanın kuralı olan
20.yy emperyalizminin bir tortusu olduğu kanaatindeyim. ancak bugün kalkınmanın yolunun sömürüden değil
de, refahın dengelenerek yaratılacak karşılıklı bağımlılıklardan geçtiğini
görenler, bence rating'e önem veren hungtington gibi örneklere fazla itibar etmezler. son olarak yine ABD ile bitirelim:
hegemonyasının uzun sürmeyeceğinin bilincinde ve geçmişteki büyük devletlerin hegemon dönemlerinde yapmadıklarını
yaparak onların hatasını tekrarlamamak ve süper devlet statüsünü korumak peşinde. Zaten devletler ne zamandan
beridir insani duygularla yönetiliyor?...
MUSTAFA KAAN SANALAN
Bankacı
|