Doç. Dr. Alkan Soyak'ın "ZİNA KRİZİ VE MEDYA-GÜDÜMLÜ BORSA" adlı yazısını
okumak için aşağıdaki linki tıklayınız:
İYİMSER HAVA NE KADAR GERÇEK? |
Murat KAYKUSUZ - 09 EYLÜL 2003
(Bu yazı, 09 Eylül 2003 tarihli Dünya Gazetesi'nde
yayınlanmıştır) |
Son zamanlarda özellikle IMF'nin borçlarımızı daha uzun vadeye yaymasının ardından, piyasalarda
ekonominin iyiye gittiği görüşü ağırlık kazanmaya başladı. Ancak, birçok ekonomik gösterge
bu iyimser görüşle aynı paralellikte değil. Bu yazıda, ekonominin genel görünümü ödemeler dengesi, cari
işlemler dengesi ve dış ticaret açığı göstergeleri incelenerek ele alınacaktır.
Öncelikle konuyla ilgili olarak, "ödemeler dengesi", "cari işlemler dengesi" ve "dış ticaret açığı"
kavramlarına kısaca değinelim.
Ödemeler dengesi (ya da bilançosu); bir ülkede yerleşik bulunan kişi ve kurumların, belli bir dönem boyunca
(örneğin bir yıl) yabancı ülkelerdeki kişi ve kurumlarla yaptıkları tüm ekonomik işlemlerin
kaydına denir. Ödemeler bilançosu; cari işlemler hesabı, sermaye hesabı, net hata ve noksan hesabı
ve resmi rezervler hesabından oluşmaktadır. Ödemeler dengesi açığı; cari işlemler açığının
sermaye hesabıyla finanse edilememesi, kısacası resmi rezervlerdeki azalışla, yani ülkeden döviz
çıkışıyla açıklanabilir.
Cari işlemler hesabı; mal ihracat ve ithalatı, hizmet ihracat ve ithalatı ve karşılıksız
transferler (özel bağış ve transferler, BM gibi uluslararası kuruluşlara ödenen aidatlar, vb.) olmak
üzere üç kalemden meydana gelmektedir. Cari işlemler dengesinin açık vermesi, işte bu üç kalemin toplamının
negatif olması anlamına gelmektedir.
Dış ticaret açığı ise kısaca, ülkenin dönem boyunca yaptığı mal ihracatının,
mal ithalatından az olması nedeniyle oluşan fark olarak tanımlanabilir.
Bu kısa açıklamanın ardından, gelelim Türkiye'nin durumuna... 2003 yılının ilk altı
ayında Türkiye'nin cari işlemler açığı 2002 yılının aynı dönemine göre yaklaşık
üç kat artarak 1 milyar 373 milyon dolardan, 4 milyar 1 milyon dolara çıkmıştır. Bu artıştaki
en büyük etken, söz konusu dönemde (Ocak-Haziran 2003) dış ticaret açığının, 2002 yılının
aynı dönemine göre yüzde 73.1 oranında artarak, 3 milyar 150 milyon dolardan 5 milyar 452 milyon dolara ulaşması
olmuştur.
Doç. Dr. Kerem Alkin, İstanbul Ticaret Odası'nın haftalık bülteni Ticaret'teki (22 Ağustos 2003)
yazısında, bu hızla giderse cari işlemler açığının yıl sonunda 7-8 milyar dolara
ulaşabileceğini belirtmektedir. Ancak, asıl ilginç olan, bu 4 milyar dolar açığın finansmanının
sadece 2 milyar 916 milyon dolarının sermaye hesabından karşılanmasıdır. Ocak-Haziran 2003
döneminde, ödemeler dengesinin de 225 milyon dolar fazla verdiği düşünüldüğünde arada 1 milyar 310 milyon dolar
fark olduğu görülmektedir. Net hata ve noksan kalemi, ki bu kalem kaynağı belirlenemeyen (kayıtdışı)
döviz giriş ya da çıkışını gösterir, altında kayda alınan bu tutarda, Sayın Alkin'e
göre, özellikle Irak Savaşı'nın hemen öncesi ve sonrasında Iraklılar'ın farklı yollardan
nakit olarak Türkiye'ye gönderdikleri dövizin önemli bir payı bulunmaktadır.
Ancak, kayıtdışı döviz girdisinin her zaman bu tutara ulaşması beklenemez. Bu nedenle, özellikle
cari işlemler açığında en büyük paya sahip olan dış ticaret açığının azaltılması
için gerekli önlemlerin alınması, ihracatın ve turizm gelirlerinin artırılması gerekmektedir.
Aksi takdirde, Sayın Alkin'in de belirttiği gibi, cari işlemler açığı yıl sonunda 8 milyar
dolara bile çıkabilecektir.
Kısacası, piyasalarda yakalanmış olan bu iyimser havanın devam etmesi, ekonomi politikalarını
oluşturan ve uygulayanların gerekli önlemleri almasıyla mümkündür.
PİYASALARDAKİ İYİMSER
HAVA
Murat KAYKUSUZ - 27 AĞUSTOS 2003
Günaydın,
Uzun bir aradan sonra yeniden sizlerleyim. Bu süre
içinde beni yazmaya teşvik ettiğiniz için sizlere teşekkür ederim.
Son zamanlarda medyada, enflasyonun düştüğü,
ihracatın arttığı, piyasanın hareketlendiği, kısacası ekonominin iyiye gittiği
konusunda haberler yer almakta. Bu iyimser hava acaba gerçekleri ne kadar yansıtıyor; ya da gerçekleri ne kadar
gizliyor? Dilimiz döndüğünce açıklamaya çalışalım.
Piyasalardaki iyimser havanın artmasını
sağlayan en son gelişme, IMF'in 2004 yılında ödememiz gereken borçları ertelemesi, daha doğrusu
uzun vadeye yayması oldu. Devlet Bakanı Ali BABACAN, IMF'ye olan borcumuzun 2008-2009 yılları arasında
biteceğini; ancak, bu borcu daha da erken bitirebileceğimizi belirtiyor. Ayrıca, ABD'den alınması
beklenen (kanımızca, tezkerenin çıkmasına bağlı olan) 8.5 Milyar dolarlık kredinin de yine
borçların ödenmesinde kullanılacağını ifade ediyor (6 Ağustos 2003 - CNN Türk). Dış
borçların geri ödenmesinde bir sorun yaşanmadığı ve IMF'in kredi geri ödeme vadesini uzatmasının
da ekonomiyi rahatlattığı bir gerçek. Yalnız rakamlara baktığımızda ekonomideki kırılganlığın
devam ettiği görülüyor:
Hazine Müsteşarlığı'nın açıklamasına
göre 31 Temmuz 2003 itibariyle konsolide borç stoğu, 31 Aralık 2002 tarihine göre, yedi ayda yüzde 24.8
artarak 185.4 Milyar dolara ulaştı. Bu borç stoğunun 65.4 Milyar doları iç piyasaya (yaklaşık
yüzde 35.3), 54.1 Milyar doları kamu kesimine (yaklaşık yüzde 29.2), 31 Milyar doları dış piyasaya
(yaklaşık yüzde 16.7), 21.5 Milyar doları IMF'ye (yaklaşık yüzde 11.6) ve 13.4 Milyar doları
da yabancı resmi kuruluşlara (yaklaşık yüzde 7.2) olan borçlardan oluşmaktadır. Görüldüğü
gibi, toplam borçlarımızın üçte birinden fazlası iç piyasayadır. Bu nedenle, sürekli
gündemde bulunan IMF'ye olan borçların değil - çünkü, toplam borç stoğunun yalnızca yüzde 12'sini
oluşturmakta - iç borçların çevrilebilmesi sorununun tartışılması gerekmektedir. TL
faizlerinin düşmesi kuşkusuz umut vericidir; ancak, ekonomik istikrarın tam olarak sağlandığını
söylemek için henüz çok erken; en küçük bir kriz belirtisinde bile faizlerin aşırı yükselebileceği göz
önünde tutulmalıdır. Kısacası, borçlar
açısından bakıldığında, iç borçların çevrilmesi, önümüzdeki yıllarda çözülmesi gereken
bir sorun olarak hala gündemde bulunmaktadır.
YENİ HÜKÜMET VE PETRODOLAR
Murat KAYKUSUZ
- 21 KASIM 2002 PERŞEMBE
Merhaba,
Bugünden itibaren, hafta içi her sabah güne başlarken
Türkiye'nin ve dünyanın ekonomi politiği üzerine yazılarımla ekranlarınızın karşısında
olacağım.
58. hükümet,
yani Abdullah Gül Hükümeti geçtiğimiz pazar günü kuruldu. Umarım Gül Hükümeti hepimizin yüzünü "gül"dürür. Hükümetin,
henüz icraata başlamadan, ulaşmak istediğini belirttiği en büyük hedefi hiç kuşkusuz kişi başına
milli geliri 5,500 dolara çıkarmak oldu. Peki ama, yeni hükümet bunu nasıl başaracak? Sayın Tayyip Erdoğan
yurtdışına kaçan paranın ülkeye geri getirileceğini ve böylece kaybedilen kaynağın yeniden
kazanılacağını açıkladı. Bunun hangi yolla yapılacağının üzerinde şimdilik
fazla durmazken bence en ilginç açıklamayı pazar akşamı HaberTürk Tv'de Basın Kulübü programına
konuk olan MÜSİAD Başkanı Ali Bayramoğlu yaptı: "Türkiye'ye petrodolar akacak!"
İsterseniz
bilgilerimizi bir tazeleyelim. 1970'lerde Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği (OPEC) iki kez petrol arzını
kısarak tüm dünyada petrol krizine neden oldular. Bizim gibi petrol ihtiyacını tamamen ithalatla karşılayabilen
gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri, hatta gelişmiş ülkeler bile bu krizden olumsuz etkilendiler. Tabii, bu krizde
her zaman olduğu gibi bir de kazanan taraf vardı. Petrol fiyatlarının aşırı yükselmesiyle
başta Arap ülkeleri olmak üzere OPEC üyeleri büyük finans kapital birikimi sağladılar. İşte Petrodolar
terimi ilk kez bu dönemde kullanılmaya başlandı ve özellikle Arap ülkelerinin petrolden elde ettiği finans
kapitali tanımlamakta kullanıldı. Arap ülkeleri daha sonra bu birikimi başta ABD bankaları olmak
üzere, gelişmiş ülkelerin bankalarında mevduat olarak değerlendirdiler. Bu bankalar da IMF ve Dünya Bankası
aracılığıyla petrodolarları krizdeki (bunların içinde Türkiye de vardı) gelişmekte
olan ülkelere yüksek faizle borç olarak verdiler. Sonuç olarak, borç alan ülkeler krizden çıkamadılar; Türkiye'de
askeri müdahale oldu; 80'lerin başında Brezilya gibi birçok gelişmekte olan ülke vadesi gelen borçlarını
ödeyemedi.
Ali Bayramoğlu'nun
bahsettiği petrodolarların ekonomi literatürüne ilk girişinin hikayesi bu. Şunu belirtmemiz gerekiyor:
Her şeyden önce, Bayramoğlu hükümetin bir üyesi değil; elbette görüşleri, hükümetin politikasını
yansıtıyor anlamına gelmiyor. Ancak, MÜSİAD'ın da AKP'ye çok yakın olduğu bilinen bir gerçek.
Bu nedenle Bayramoğlu'nun söylediklerini yabana atmamak gerek.
Gelelim petrodoların
gerçekten doğru bir finansman kaynağı olup olamayacağına... Görüşümüz, petrodoların Türkiye
için doğru bir finansman kaynağı olamayacağı yönündedir. Çünkü:
1. Petrodolar
tam anlamıyla sıcak bir paradır. Bayramoğlu'nun umduğu gibi hemen hemen hiçbir Arap şirketi
Türkiye'de joint venture yoluyla ya da kendi başına yatırım yapmaz. Bunun en önemli nedenlerinden biri de Arap ülkelerindeki teknoloji eksikliğidir. Bundan
dolayı, bu ülkelerden gelecek parayı sıcak para olarak nitelendirmek gerekir ve bilindiği gibi sıcak
para, gelişmekte olan ülke ekonomilerindeki krizlerin en büyük tetikleyicisidir.
2. Bayramoğlu üzerinde fazla durmadı ama, sanırım en büyük umudu, 11 Eylül sonrası ABD'den ve
Avrupa'dan kaçmakta olan Arapların ve diğer müslümanların mevduatı. Özellikle ABD ve Avrupa'da 11 Eylül
sonrasında tüm hesap hareketleri sıkı bir kontrol altına alındı. Ancak, bu ülkelerden kaçacak
petrodolar mevduatın Türkiye'ye gelmesi çok zor görünüyor; çünkü, AB'ye uyum yasaları çerçevesinde Türkiye'deki
hesap hareketleri de eskiye göre gittikçe daha sıkı bir kontrolden geçiyor. Üstelik, bu kaçan mevduatları kendisine
çekmek isteyecek daha birçok ülke olacaktır.
3. Türkiye'nin, özellikle şaibeli petrodolara yönelmesi kuşkusuz ABD'nin tepkisine neden olacaktır.
Türkiye'nin böyle bir tepkiyi göze alabileceğini sanmıyoruz.
Kısacası, yeni hükümetin petrodolarlar dışında bir kaynak yaratmaya çalışması
ülke ekonomisinin istikrara kavuşması açısından daha yararlı olacaktır.
|